Pergamon Müzesi : Tartışmalı Dünya Mirası

Antik dönemin en güzel eserleri pergamon müzesi’nde sergileniyor. didim’den, boğazköy’den, manisa’dan, priene’den toplanmışlar… bazıları savaş ganimeti, bazıları korunmak ya da bakım onarım bahanesiyle götürülmüşler berlin’e… ama hepsinin boynu bükük! kim bilir, belki bir gün boğazköy sfenksi gibi onların da yüzü güler.

erlin’deki Pergamon Müzesi, Türklerin dünyada en çok ilgi gösterdiği ama bir o kadar da hüzünlenerek gezdikleri müzelerden biri. Pergamon Müzesi’ne adımınızı attığınız anda kendinizi Ege’de, tanıdık bir örenyerinde hissediyorsunuz. Bergama’da sadece kaidelerini görebildiğiniz muhteşem Zeus Sunağı, Pergamon Müzesi’nde tüm görkemiyle karşınıza çıkıveriyor. İçinizde, yarım kalmış bir görüntüyü tamamlamanın sevinci ile yüz otuz yılın hasreti çatışmaya başlıyor. Ardından Athena Tapınağı’nın girişini, Athena Heykeli’ni, Milet Pazar Kapısı’nı ve birbirinden güzel diğer eserleri görüyorsunuz. Hepsi aslına uygun ölçülerde kurulmuş ama boynu bükük duruyorlar orada.

Alman arkeologların Anadolu uygarlıklarına olan ilgileri, kazı faaliyetleri ve Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in ‘cömertliği’ olmasa bu müze hiçbir zaman kurulamazmış. Bunun müzeyi ziyaret eden hemen herkesin ortak düşüncesi olduğunu, iyi niyetli bir müze yetkilisinin size yaklaşıp, ‘Hoş geldiniz, burası sizin vatan toprağınız sayılır’ demesinden de anlıyorsunuz. Evet, Pergamon Müzesi, Manisa, Didim, Priene, Boğazköy’den toplanıp getirilen eserlerle kurulmuş…

 

Pergamon Müzesi : Bergama’dan Pergamon’a

Müze’nin kuruluş öyküsü aslında Bergama’da başlar. 1864-1865 yıllarında Aydın yöresinde çalışan arkeoloji meraklısı Alman yol mühendisi Carl Humann, Bergama tepelerinde gezinirken, tesadüfen birkaç friz parçası bulur ve deneme kazıları yapar. Bu kazılarda ortaya çıkardığı antik parçalar Berlin Müzesi’nin de ilgisini çeker.

1878-1886 yılları arasında Carl Humann, Berlin Müzesi’nin desteğiyle kazılara devam eder ve ünlü Zeus Sunağı’nın kalıntılarını ve kabartmalarını ortaya çıkarır. Daha sonra zamanın Osmanlı Padişahı Abdülhamit’in özel izniyle sunağın bölümleri numaralandırılıp özenle sökülerek, 1886 yılına kadar aralıklarla parça parça Berlin’e taşınır.

Taşınma işlemleri sırasında bu parçalar katırlarla, develerle Akropol’den aşağıya indirilir, oradan mandaların çektiği kağnılarla Çandarlı Limanı’na götürülür, daha büyük gemilere yüklenmek üzere İzmir Limanı’na taşınır. Daha sonra da Kuzey Denizi’ndeki limanlara indirilerek demiryoluyla Berlin’e götürülür. On yıl süren bu yolculuk serüveni Berlin Müzesi’nde son bulur. Ancak bu muhteşem Altar’a eski müze dar gelir. Eserin bugün sergilendiği Pergamon Müzesi’ne yerleşmesi ise 1930’ları bulur.

 

Pergamon’dan Rusya’ya

Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru gerçekleşen Berlin bombardımanında Pergamon Müzesi ağır hasar alınca, eserlerin korunabilmesi için çareler aranır, kimi korunaklı yerlere saklanır, bazı büyük parçaların etrafına duvarlar örülür. Yerinden yurdundan kopartılmış antik çağ şaheserleri için bu tedbirler de yetersizdir. 1945’te Kızıl Ordu, Berlin’in doğusunu işgal edince, yeniden sürgün günleri başlar. Müzedeki eserler bir tür savaş ganimeti olarak ya da yağmadan, yangınlardan kurtarılmak bahanesiyle bu kez de Rusya’ya taşınır.

Rusya’nın, ‘dost ve müttefiki’ olan Doğu Almanya’ya bu eserleri geri vermesi 1958’e kadar sürer. Verir vermesine ama koleksiyonun önemli parçalarından bazıları da Rusya’da kalır. Bu değerli parçalar halen Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde ve St. Petersburg’daki Ermitaj Müzesi’nde saklanıyor. Uzun yıllar Doğu Berlin sınırları içinde kalan Pergamon Müzesi, 1990’da iki Almanya’nın birleşmesiyle batılı ziyaretçilerin de ilgi odağı olur.

Kısaca özetleyecek olursak; Almanlar Osmanlılar’dan, Ruslar da Almanlar’ın elinden almış bu paha biçilmez eserleri. Şimdi, Almanya Rusya’dan, Türkiye ise hem Almanya’dan hem de Rusya’dan topraklarından koparılmış eserlerin iadesini istiyor. Pergamon Müzesi’ni dolduran eserler de sürgündeki günlerinin bitmesini bekliyor. Kim bilir, belki bir gün onlar da Boğazköy Sfenksi gibi koparıldıkları topraklara geri dönerler.

 

TARTIŞMALI DÜNYA MİRASI

Berlin’de Müzeler Adası diye adlandırılan bölgede bulunan Pergamon Müzesi, kompleksin son müzesi olarak 1930’da inşa edilmiş. Pergamon, yılda yaklaşık üç milyon ziyaretçiyi ağırlayan müze-ler kompleksi içinde en çok ilgi göreni. 1999’da UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’ne eklen miş.

Pergamon Müzesi, klasik antik çağ eserlerinin bulun-duğu Antik Koleksiyon, Ortadoğu Müzesi, İslam Sanatı Müzesi gibi üç ayrı bölümde, çok sayıda anıtsal parçaya ev sahipliği yapıyor. Bergama Zeus Sunağı, Milet Pazar Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi eserler yanında Sümer, Asur, Pers medeniyetlerinden de pek çok değerli eseri bünyesinde bulunduruyor müze.

Pergamon Müzesi, toplanıp birleştirilerek sergilenen bu eserler sayesinde tüm dünyanın ilgisini çekmiş ancak özellikle Bergama ve Milet’ten alınan eserlerle oluşturulan koleksiyonun meşruluğu konusundaki tartışmalar bitmemiş. Türkiye, bu eserlerin gün ışığına çıktığı ülke olarak koleksiyonun iadesi için Alman Hükümeti’ne başvurmuş.

 

BİR ZAFER ANITIDIR ZEUS SUNAĞI

Bir zamanlar Antik Bergama’nın akropolünde bulunan Helenistik dönemin en görkemli sunağı, Pergamon Kralı II. Eumenes’in, Seleukos Kralı III. Antiochos’a ve Galatlara karşı kazandığı zaferi ölümsüzleştirmek için yapılmış. Sunak, baş tanrı Zeus ile onun savaş ve akıl tanrıçası sevgili kızı Athena’ya adanmış.

Mermerden inşa edilen bu muhteşem sunak, beş basamaklı kaide üzerine iki katlı olarak kurulmuş. ‘U’ şeklindeki podyumunu saran frizlerde Olympos tanrıları ile dev Gigantlar’ın mücadelesi kabartma heykellerle tasvir edilmiş.

 

Kabartmalar, mitolojideki tanrıların resmi geçidi gibidir. Yıldırımlar yağdıran Zeus’un yanında hayvan ve avcıların tanrısı Artemis’i, denizler tanrısı Poseidon’u, devlerle çarpışmayı göze alan güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit’i ve Leta’yı, Apollon’u, Dione, Otos, Alkyoneus, Porphyrion’u görebilirsiniz.

1.20m uzunluğunda, 1.20 metre yüksekliğindeki kabartmalarda tanrılar ve devler mitolojik özelliklerini birebir yansıtırlar. Sakallı, yılan bacaklı ya da kanatlı, ellerinde taş ve sopalar bulunan, son derece vahşi ve saldırgan devlerle; okları, yayları, baltaları, aslan, kaplan ve köpekleriyle tanrılar kıyasıya savaşırlar. Kazanan tanrılar Bergamalılar’ı, kaybeden devler ise Galatlar’ı simgeler.

Reklamsız gezinti için

Kabartmalarda devlerin tanrıların gücü altında ezildikleri, gövdelerinin paramparça edilip, korkunç acılar içinde kıvrandıkları an canlandırılır. Tek bir sanatçı tarafından değil, pek çok Bergamalı ünlü heykeltraş tarafından yapılmış olduğu halde kabartmalar birbiriyle müthiş bir uyum içindedir.

Bu frizler Helen heykeltraşlığının bir dönemine damgasını vuran Bergama ekolünü ve onun heykellere getirdiği duygu yoğunluğu içeren üslubunun baş yapıtı olarak kabul edilir. Sunağın iç duvarlarında ise eski klasik üsluba daha yatkın bir friz yer alır. Bu kabartmalarda Bergama’nın kurucu kahramanı olarak kabul edilen Telephos’un hayatı anlatılır.

Tartışmaya Katıl

Reklamsız gezinti için

İlanları Karşılaştır

Karşılaştır