Önce kurucusunun adına ithafen ‘silifke’ dendi.
Daha sonra romalılar geldi ve o adı ‘zeugma’ yani ‘köprü’ olarak değiştirdi. Yüzyıllar boyunca uygarlıkların yollarının kesiştiği o köprü, şimdi dünü bugüne taşıyor. Hem de dünyanın en büyük mozaik müzesi ve o müzenin gözbebeği ‘çingene kızı’ ile!
Önce ‘sondan’ başlayalım. Gaziantep’te Tekel İçki Fabrikası’nın yerine kurulan Zeugma Mozaik Müzesi, 9 Eylül’de düzenlenen görkemli bir törenle kapılarını açtı. Müze, bu toprakların göz kamaştırıcı zenginliğine yepyeni bir örnek verdi. Arkeoloji ve sanat tarihi açısından birbirinden önemli bulgulara ev sahipliği yapan bu müzede neler yok ki? Kamuoyunca Çingene Kızı olarak bilinen ‘Mainad ‘ ve ‘Dionysos’un Düğünü’ mozaikleri… Yüzlerce metre kare mozaikle süslenmiş ‘Poseidon’ ve ‘Euphrates’ villaları… Bu villalardan çıkan eserler ve daha niceleri!
Türkiye’de pekçok kişi, Zeugma’dan, Birecik Barajı inşaatı ile haberdar oldu. Oysa öykü, günümüzden 80 yıl önceye kadar uzanıyor. Zeugma Antik Kenti’nde ilk araştırmalar, 1931 yılında başlamış ve 1971 yılına kadar Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülmüş. Ancak Zeugma’nın Türkiye ve dünya kamuoyunca tanınması 2000 yılına rastlıyor. Valiliğin desteğiyle sürdürülen kazı çalışmaları sırasında, ‘ikiz villalar’ olarak da adlandırılan Poseidon ve Euphrates villaları ortaya çıkartılıyor. Romalı asillere ait olan villaları bu kadar önemli kılan, neredeyse her duvarının, hatta tabanlarının bile, her biri birer santimetrekareden küçük milyonlarca teseradan oluşan mozaik panolarla bezenmiş olması. Bu mozaikler, şaşkınlık uyandıracak kadar detaylı… Her panoda anlatılan sahneler, birer film karesiymiş kadar canlı ve etkileyici… Üstelik bu villalardan çıkan eserler sadece mozaik tablolarla da sınırlı değil. Örneğin bronz bir Mars heykeli, ya da dönemin yaşamına ait detayları gözler önüne seren ve her biri birer sanat eseri niteliğindeki küçük objeler… Her bulgu heyecanı artırıyor. Yanı sıra bir tartışmayı alevlendiriyor.
Zeugma gündemi
Bir yanda her biri paha biçilemez güzellikte mozaik tablolar, heykeller, antik hamamlar, çeşmeler, sütunlar, diğer yanda ise Türkiye’nin elektrik ihtiyacının gündeme getirdiği Birecik Barajı…
1985 yılında inşaatına başlanan Birecik Barajı’nın su tutmaya başlaması ile ikiz villaların gün yüzüne çıkışı tam da aynı tarihlere denk düşüyor. İkiz villalardan çıkartılan eserlerin bir bölümü Gaziantep Müze Müdürlüğü depolarına kaldırılırken, bir bölümü de sulardan etkilenmeyecek koruma bölgelerine alınıyor. Ancak bu muhteşem eserlerin gözlerden uzak depolarda tutulması da mümkün değil. Bir süre sonra aranan mekan bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008 yılında, bir zamanlar Tekel İçki Fabrikası olarak kullanılan, fabrikanın kapanmasının ardından madde bağımlılarının kullandığı bir harabeye dönüşen binanın yerine dünya standartlarında bir müzenin inşaatına başlıyor.
Kaba inşaatı 2010 yılında biten Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi açılır açılmaz, dünyadaki en büyük mozaik müzesi olan Tunus’taki Bardo Müzesi’nin unvanını elinden alıyor. Yaklaşık 55 milyon dolarlık yatırımla hayata geçen ve 30 bin metrekarelik kapalı sergi alanı bulunan müzenin koleksiyonunda, şimdilik bin 700 metrekare mozaik eser var. Uzmanlar ‘şimdilik’ sözcüğünün altını çiziyor. Restorasyon çalışmaları sonrasında, sergilenen mozaiklerin 2 bin 500 metrekareyi bulacağını belirtiyor.
Öykünün başı: Bir kent kuruluyor
Sonrası sonraya kalsın. Biz şimdi öykünün başına dönüyoruz. Yani, adı bugün bile Silifke ile yaşayan Suriye Kralı Selevkos Nikator’un kararına… Nikator, M.Ö. 300 yılında, günümüzdeki Nizip ilçesi sınırları içinde bir kent kurar… Kentin adı, Fırat Nehri ve kurucusunun isminin birleşmesinden doğan ‘Selevkos Euphrates’tir yani Fırat Silifkesi!
M.Ö. 64 yılında Roma hakimiyetine geçen kentin adı değişir, köprügeçit anlamına gelen Zeugma olur. Kent, ticari ve askeri üsse dönüşürken, Fırat kıyılarında birbirinden lüks yamaç villaları inşa edilir.
Roma İmparatorluğu’nun en büyük dördüncü kenti olan Zeugma hızla zenginleşirken, istilacı komşuların hedefi haline gelir. Kent, M.S. 252’de Sasani Kralı 1. Şapur’un işgaliyle, yakılıp, yıkılır. Müze, işte, kentin kuruluşundan, yükselişine ve yıkımına kadar geçen bu dönemi anlatan eserlerle dolu.
Roma’nın, bugün Orta Doğu dediğimiz, o günün uzak coğrafyasına olan büyük iştahı… O iştahla çıktığı yolculukta adım adım yayılması… Ve gittiği her yere uygarlığının damgasını vurması… Zeugma, yani ‘Köprü’ bunun izlerini günümüze ulaştırıyor. İnsanlığın ilk büyük uygarlıklarından Roma, müzedeki eserleriyle bugünü selamlıyor.
Ziyaretçileri Athena karşılıyor
Zeugma Mozaik Müzesi’nin tasarımı sırasında, Antik Zeugma’nın, Gaziantep’in tam ortasında canlandırılması amaçlanmış. Müzenin girişinde, kentin koruyucusu olan Tanrıça Athena’nın dev mermer bir heykeli yer alıyor. Akıl, sanat, bilgelik ve barış tanrıçası Athena’nın heykeli önünden geçip ana binaya giren konukları, Herakles ve Helios betimli anlaşma stelleri karşılıyor. Kommagene Kralı Antiokhos’un, Doğu ile Batı arasında yürüttüğü denge siyasetini anlatan stellerinin ardından, ziyaretçileri muhteşem bir tablo karşılıyor; Eros ve Psyche mozayiği! Aşkı anlatan bu eserin kenarında, Kointus Kalpornius isimli Zeugmalı mozaik sanatçısının imzası göze çarpıyor. Müzenin giriş katında, kentin adını 2 bin yıl sonra tekrar dünyaya duyuran Poseidon ve Euphrates villaları tüm güzelliğiyle gözler önüne seriliyor. Bu iki villa avluları, odaları, mozaikleri ve freskleri ile birlikte bu müzenin içinde yeniden hayat buluyor. Her biri en az yarım milyon parçadan oluşan mozaik panolarda, Denizler Tanrısı Poseidon, mitolojik kahraman Perseus yeniden can buluyor.
Mitoloji ve gerçek, 21’nci yüzyıl ile Antik Dönem birbiri içinde kayboluyor. Bu görkemli manzarayı da duvarlara asılan Zeugma fotoğrafları tamamlıyor. Ziyaretçiler bu sayede villaların nasıl bir arazi içinde konumlandığını ve dışarıdan bakıldığında nasıl göründüğünü daha iyi anlama fırsatına kavuşuyor.
Talanın fotoğrafı!
Ön salondan sağa doğru devam edildiğinde ise, Zeugma Mozaik Müzesi’nin ziyaretçilerini, bir yandan hayranlık öte yandan da üzüntü yaratan bir tablo karşılıyor; Dionsysos’un Düğünü mozayiği!
Bölgede kazılar devam ederken, korunmak üzere demir kafesle çevrilen bu muhteşem mozaik, ne yazık ki tüm önlemlere rağmen talandan kurtarılamamış. Bir tünel kazıp demir kafesi aşmayı başaran hırsızlar, tablonun önemli bir bölümünü çalarak kayıplara karışmış. Yürüyüş güzergahı, Nehir Tanrıları’nın anne ve babası Okeanos ve Tethys’in resimlerinin yer aldığı geometrik desenli mozaiklerle devam ediyor.
Adalet, akıl ya da aşk… Tıpkı bugün olduğu gibi, Roma döneminde de bütün bunlar ‘gölgede’ kalıyordu. Neyin gölgesi mi? Elbette, savaşın! Bir çift göz, savaşı hatırlatıyor. Hatırlatmakla da kalmıyor, sanki hemen peşinizde olduğunu söylüyor. Sözünü etitğimiz gözler, Mars Heykeli’nin altın ve gümüşten yapılmış gözleri. Savaş Tanrısı’nın 1.45 metre boyundaki bronz heykeli, müzenin bodrum katındaki bir sütun üzerine yerleştirilmiş. Müzenin her yanından rahatça görülebilen heykelde, Mars bir elinde mızrak, diğer elinde ise çiçek tutuyor. Bu kompozisyonla, heykel benzersiz. Çünkü Mars, ilk kez ‘bereket’ ve ‘savaş’ simgeleriyle birlikte sunuluyor. Yine de, çiçeğe aldanmamak gerekiyor. Ne de olsa heykelin yüzündeki öfke dolu ifade, sanki “Kazanan mızrak olacak” diyor!
Biraz ilerdeki Aşk Tanrıçası ise öfkeyi unutturuyor. Afrodit’in Taçlandırılması isimli mozaiğin kenarında Samsath Zosimos isimli Antik Dönem mozaik sanatçısının imzası okunuyor.