Mardin Kent Müzesi : Bir Şiirdir Mardin
Mardin Kent Müzesi Ezan sesi çan seslerine karışıyor, taş evlerin çatılarında güvercinler kanat çırpıyor… gözlerimizi kapattık, sokaklarında zamanın adeta durduğu masal kenti mardin’i dinliyoruz.
Bir kenti en iyi orada doğup büyüyen anlatır. Sabah ayazını ve akşam rüzgarını, ara sokaklarını ve tepelerini en iyi, orada yaşayan bilir. Mardin doğumlu şair ve yazar Murathan Mungan Mardin’i şöyle anlatır mesela: “Şehirlerin anlamı herkes için farklıdır. Yaşadığın şehir seni biçimlendirir. Mesela Mardin’deki mimari, gözlerimi terbiye etti. Işığın gölgesini içime taşıdım. Belki şiirimi okurken o ışık ve gölgeyi görmezsiniz ama o şiiri var eden ışık ve gölge Mardin’den süzülmüştür.” İşte Mungan’ın enfes ifadesiyle dediği gibi, Mardin bir şiirdir.
Hakikaten de Mardin, mimari, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğu’nun şiirsel kentlerinden biri. Camiler, türbeler, kiliseler, manastırlar ve kervansaraylar kentin günlük yaşamının aktığı yerlerde konumlanmış. Bu da halkın tarihi eser statüsündeki pek çok yapıyı her an görmesi, o eserlerin gölgesinde yaşaması ve tarihi ve kültürel değerleri her an her yerde soluması demek.
Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü bir kent burası. Zenginliğinin temel sebebi bu. MÖ 4 bin 500’den bu yana yerleşim görmüş. Subari, Sümer, Akad, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Bizans, Araplar, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlılar’a ev sahipliği yapmış. Bu yüzden kentte çok zengin bir kültürel miras bulunuyor.
‘Göçebe Mezar Taşları’ da bunlardan biri. Cizre Bölgesi’nde bulunan mezar taşları doğa ve kırsal yaşamla güçlü ilişkileri olan pastoral bir kültüre sahip Orta Asya Bozkır kültürünün etkilerini göstermesi bakımından çok önemli. Mezar taşlarının üzerinde pek çok hayvan resmi bulunuyor. Taşlar, 11.-14. yüzyıllar arasına ait.
Ölü kültü heykelleri ise Kızıltepe yakınlarında. Mezopotamya kültürü ve inancı hakkında önemli bilgiler veren heykellerin, mezar odaları ile saray kapı girişlerine konulduğu düşünülüyor. Bunlar hem ölüler dünyasının koruyucuları sayılıyor hem de dini törenlerde adak kabul eden Asurlular’ın atalarını temsil ediyor.
Tarihte bilinen ilk tapu da Mardin topraklarında bulunmuştu
Nusaybin ilçesinde bulunan Girnavaz Höyük’de yapılan kazılarda ele geçen Asur Dönemi’ne, yani 7. yüzyıla ait bir meyve bahçesinin satış senedi ve tapusu olan bu belge, Asur merkezi otoritesinin gücünü ve bölgenin sosyoekonomik yapısının gelişmişliğini anlatıyor.
Kırklar (Mor Behnam) Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi, Ulu Cami, Revaklı Çarşı, Kasimiye Medresesi, Eski PTT Binası ve Dara antik kenti de Mardin’e gidince muhakkak görülmesi gereken yerlerden bazıları… Ama en önemlisi Mardin’in taş evlerle dolu, labirent gibi sokakları. Mezopotamya düzlüğüne bir tepeden bakan kentte evler sıra sıra, iç içe. Evlerin pencereleri işlemeli, kapıları, kapı tokmakları süslü. Damı bile curcunalı. Bol yıldızlı sıcak gecelerde halk damlarda uyuyor, erzağını damlarda kurutuyor. Sokakları daracık. Bırakın arabayı, iki kişi yan yana yürüyemez. Bu haliyle Mardin sokakları sizi hep büyük bir sürprize çıkaracak gizli geçitler gibidir.
Burada herkes yavaş yavaş ve sessiz yürür, acele etmez, sesini yükseltmez. İyisi mi Mardin sokaklarında kaybolun. Yazın buz gibi, kışın sıcacık olan taşlara yaslanıp kentin seslerini/sessizliğini dinleyin…
Mardin Kent Müze ‘leri
Mardin başlı başına bir açıkhava müzesi ama kentin tarihi ve kültürel önemini anlamak için Mardin Müzesi ve Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’ni muhakkak görmek gerek.
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’nde Mardinli zanaatçıları temsil eden balmumu heykeller bulunuyor (üstte). Mardin Müzesi’nin dış görünümü (altta).
Mardin Müzesi’nin bulunduğu bina aslında bir manastır binası. Binanın doğu tarafına bitişik olan Meryem Ana Kilisesi’nin müzeye bakan kapalı portalindeki kitabeye göre bina, 1895 yılında Antakya Patriği İgnatios Behnam Banni tarafından Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yaptırılmış. Bina, 1995 yılından bu yana ise müze olarak hizmet veriyor. Mardin Müzesi’nde, Eski Tunç, Orta Tunç, Geç Tunç, İlk Demir Çağı, Asur, Urartu, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı Dönemleri’ne ait seramikler, damga ve silindir mühürler, sikkeler, kandiller, figürinler, gözyaşı şişeleri, takılar ve vazolar sergileniyor.
Mardin’in en önemli kültürel miraslarından biri olan gümüş işlemeciliğinin ne kadar gelişmiş bir sanat dalı olduğunu da bu müzeyi gezerken görebilirsiniz. Özellikle Midyat İlçesi’ne özgü gümüş işlemeciliğinin seçkin örnekleri olan kolyeler, küpe, bilezik, halhal, alınlık, saçlığın yanı sıra, eski giysiler, kılıçlar, kahve (mırra) takımları, hamam eşyaları, tespihler, ısınma araçları ve bakır eşyalar da sergileniyor. Burası, Mardin’in geleneksel değerlerini koruyan, yaşatan ve gelecek nesillere sunan bir müze. Ayrıca müzenin içinde, tarihe meydan okuyan altın gümüş seramik malzemelerden yapılmış eserlerin restorasyonunu yapmak için kurulan bir de laboratuvar bulunuyor. Tüm bilimsel analizler burada yapılarak, eserler olduğu yerde onarılıyor.
Müzenin en dikkat çeken eserlerinden biri Kızıltepe Sürekli Köyü’ndeki kurtarma kazısında bulunan Sürekli Definesi.
Definede 9.-14. yüzyıllar arası Eyyübiler, Bizanslılar, Zengiler, İlhanlılar, Celayirliler gibi birçok medeniyete ait altın, gümüş eserler bulunuyor. Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ise, Mardin’in çağdaş yüzünü yansıtıyor. Müzenin içinde bulunduğu yapı, önceleri Süvari Kışlası olarak; sonra Vergi Dairesi Binası olarak kullanılıyordu. Mülkiyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen iki katlı koruma altındaki bina Sabancı Vakfı tarafından restore ettirilerek müze ve sanat galerisine dönüştürüldü.
Şehir merkezinde bulunan tarihi yapının restorasyonu tamamlandıktan sonra Sakıp Sabancı’nın vasiyeti üzerine üst katta yer alacak olan müzeye ‘Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’ adı verildi. Alt katta yapılan galeriye ise Sabancı Vakfı ile birlikte Dilek Sabancı da maddi destek sağladığı için ‘Dilek Sabancı Sanat Galerisi’ adı verilerek 1 Ekim 2009 tarihinde yapılan açılış töreniyle halkın hizmetine sunuldu. Bu müze, Mardin’in asırlardır biriktirilmiş tarihi kültürünün tanıtımına yardımcı olmak için açılmış bir müze. Kent Müzesi olarak düzenlenen mekan, ince uzun yapısıyla doğrusal bir yürüme aksında değerlendirilmiş, sergileme birimlerinden oluşuyor. Tasarımda ana ilke kent kimliğinin özgün özelliklerini yansıtabilmek. Bu yüzden yapıdaki mevcut nişler ‘el sanatları’ ürünlerinin yansıtılacağı birimler olarak düşünülmüş.
Bu müze ziyaretçilerine sadece bir şeyler ‘gösteren’ bir müze değil. Mardin gibi canlı, kültürel açıdan faal bir kentte de aksi düşünülemezdi zaten. Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi Mardin halkının müzeye katılımını çok önemsiyor, bu yüzden de onlar için atölyeler düzenliyor, çevresindeki binaları restorasyon için tetikliyor, çağdaş sanatçıların eserlerini müzeye getirerek halkı güncel olanla buluşturuyor.
Müze açıldığından beri, Mardin aktif bir kültür sanat kenti olmuş. Mardinliler müze etrafında canlı bir hayat tarzı geliştiğini, buralarda gece geç saatlere kadar eğlenildiğini anlatıyor. Sivil toplum kuruluşları da müzeyle gelen bu değişime ayak uydurmuş ve AB destekli projeler hazırlayarak; yerel Mardin sabunu atölyesi, telkâri atölyesi, Mardin mutfağı atölyesi gibi projeleri uygulamaya koymuş.
Valilik ve Belediye de, halen UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunan Mardin’in listeye kalıcı olarak girmesi için var gücüyle çalışıyor. Mardin’in 500 yıl önceki görüntüsüne kavuşması için 700 bina yıkılacak ve proje sonunda burası Orta Çağ kenti görünümüyle UNESCO Dünya Mirası Listesi için önerilecek.
Kente Bienal geldi
GAP İdaresi, Mardin Valiliği ile Başbakanlık Tanıtma Fonu tarafından desteklenen; direktörlüğünü Döne Otyam’ın, danışmanlığını Ayşegül Sönmez’in yaptığı 2.Mardin Bienali, bu yıl 21-23 Eylül tarihleri arasında düzenlendi. Küratörlüğünü 6. İstanbul Bienalinin küratörü Paolo Colombo ve Lora Sarıaslan’ın yaptığı 2. Mardin Bienali’nde, Fikret Atay, Sami Baydar, Edy Ferguson, Mona Hatoum, Hrair Sarkissian, Murat Şahinler, Shahzia Sikander ve Pae White gibi sanatçıların işleri yer aldı.
Bienal, Mardinliler’in kent içinde günlük yaşamlarını sürdürdükleri, gezindikleri, çay içtikleri, saç sakal traşı oldukları çeşitli mekanları; tarihi binalardan berber dükkanlarına, kıraathanelerden açık hava sinemasına kadar ilginç mekanları seçerek normal koşullarda bir gezginin giremeyeceği ve deneyimleyemeyeceği şekilde 30 sanatçıya sergi alanı olarak sunuldu.