Guggenheim Bilbao Müzesi
Guggenheim Bilbao, Öyle anıtlar / yapılar / binalar vardır ki, gidip görmesek bile mutlaka resmini görmüş, adını duymuşuzdur. Guggenheim Vakfı’nın Bilbao’daki müzesi buna ‘sıra dışı’ bir örnektir. Sıradışı, çünkü sanattan çok popüler ve “ilginç” olanla ilgilenen dünyamızda, öne çıkıp kendisini göstermeyi başarmıştır. Kimileri onu bir gemiye benzetir. Kimilerine göre ise bir balinayı hatırlatır. Hatta yaralı bir balinayı. Titanyumdan yapılma katman katman dış yüzeyi daha uzaktan heyecanlandırır insanı. Efsanelerdeki, masallardaki balinalar gibi içinde barındırdığı hazineleri görmeye davet eder. Eder ama, kimse o sanat eseri yapıya uzun uzadıya bakmadan içeri girmez. Giremez.
Müze aslında Guggenheim müzeler zincirinin ilki değil. Ama benzersiz binası nedeniyle en ünlüsü. Sadece sanat çevrelerinin ya da mimarların değil, sıradan insanların da konuşur olduğu bir simge. Mimar Frank Gehry’nin imzasını taşıyan bir ‘heykel’.
Bilbao, İspanya’nın kuzeyinde bulunan Bask Bölgesi’nin en gelişmiş sanayi kenti. Bu yüzden kentte daha çok sanayi yapıları bulunuyor: Estetik açıdan çirkin denilebilecek, gri, hantal binalar… Guggenheim Bilbao Müzesi işte böyle bir yerde inşa edildi. Gehry’nin mimari dehası sayesinde de hem kentle bütünleşti, hem de ona benzersiz bir güzellik kattı.
Aslında bu amacı hayata geçirebilmek için, Gehry Bilbao’nun gri yapısına uygun düşecek materyal olarak çelik ya da alüminyumu düşünmüştü. Ancak her ikisinin de sakıncaları vardı. Kararıyorlardı… Güneşi iyi yansıtamıyorlardı… Ayrıca kent yöneticileri de bu iki malzemeyi reddetmişti.
Çözüm, titanyumla geldi
Üstelik kapitone titanyumla! Kapitone özelliği binaya neredeyse ‘canlı bir organizma’ havası veriyordu. Binanın bütünündeki düzensiz yapı da “tabiattaki düzensizliğin” vurgusu gibiydi. İspanya, Bilbao’nun yanıbaşındaki Barcelona’nın efsane ismi Gaudi’yi yaratmıştı. Onun deniz kabuklarını hatırlatan yapıları, neredeyse düz bir çizgisini bulamayacağınız binaları mimaride tam bir devrim yaratmıştı.
Peki ya Guggenheim Müzesi? Böyle bir etki mi yaratacaktı? Yoksa modern sanat adına yamru yumru bir şey mi bekliyordu Bilbaoluları?
Müze binası inşaat halindeyken Bilbaoluları çok endişelendirmiş. Halk, ‘yamuk ve kötü’ bulduğu inşaata bakıp çıkacak sonucu beklemiş. İnşaatın yarıda bırakılmasını savunanlar hatta bunun için imza toplayanlar bile olmuş. Ama inşaat tamamlanınca herkes rahat bir nefes almış. Şimdilerdeyse Bilbaolular için, burası bir gurur kaynağı.
Artık müzeden içeri girme vakti geldi. Ama girmeden son bir not daha vermek lazım. Müzenin önündeki kocaman yavru köpeğe ‘merhaba’ demeden geçemeyiz! Adı Puppy. Aslında popart sanatçısı Jeff Koons tarafından 1992 yılında Almanya’daki bir sergi için yapılmış. Daha sonra Bilbao’ya getirilmiş. Puppy Bilbao’yu çok sevmiş olmalı ki, temelli kalmış. Yıllardır müzenin önünde nöbet tutuyor. Konuklarını, üzerindeki her mevsim değişen 70 bin taze çiçekle karşılıyor.
Evet, sıra artık müzeyi gezmekte
Ne var ki, yine eserlerden önce yapıdan söz edeceğiz. Çünkü içeride çok farklı yükseklikteki tavanları ve salonları birbirinden ayıran ilginç duvarlarıyla yine sürprizler bekliyor.
Sürprizler boşuna değil. Gehry, modern sanatın yönüne uygun bir müze inşa etmiş. Örneğin, Anselm Kiefer’in Work in Progress isimli 15 metre boyundaki devasa eseri müzede kendisine rahatlıkla yer bulmuş. Dahası, müzenin yapısı nedeniyle girişte alt kısmını gördüğünüz eseri, sonra binada kat kat çıkarak tümüyle keşfetme imkanı sağlanmış. Ve müzeyi farklılaştıran bir başka örnek: Richard Serra’nın Guggenheim Bilbao için yarattığı enstalasyon. ‘The Matter Of Time’ adlı enstalasyon, ona ait bir galeride yer alıyor. Ziyaretçiler galeriyi gezerken heykellerin arasından ve hatta içinden geçiyor. Zaman ve mekan kavramına yepyeni bir bakış getiren eser, yine müzenin şaşırtıcı imkanıyla bir üst kattan kuşbakışı izlenebiliyor.
Son bir örnek: ‘Örümcek kadın’ lakabıyla anılan Fransız sanatçı Louise Bourgeois’nın 9 metrelik heykeli. Müze binasının dışında sergilenen devasa örümcek heykelinin adı Maman, yani Anne. Sanatçı heykeli, 95 yaşındayken tamamlamış. Ve, yaptığı işi bir örümceğin eşsiz ürünlerine benzettiği terzi annesine adamış. Elbette, müzede yer alan eserlerin, binanın cüssesine uygun boyutlarda olması gerekmiyor! Guggenheim Bilbao için çağdaş sanatı temsil etmesi yetiyor.
Rakamların anlattığı
Guggenheim Bilbao 4 yıllık bir inşaat sürecinin ardından 1997 yılında tamamlanıp ziyaretçilere açıldı.
Müze binası 11 bin metrekarelik bir alanın üzerine kurulu.
Binanın dışı, 21 bin adet birbirinden farklı boyutta ve eğimde titanyum parça ile kaplı.
Müzeyi yılda 1 milyon kişi ziyaret ediyor. Bunun yüzde 60 kadarı, yani yaklaşık 600 bin kişilik bölümü ülke dışından geliyor.
Her yıl bu kadar turisti ağırlayan Bilbao kentinin nüfusu son sayıma göre 353 bin.
Guggenheim Bilbao Neden İstanbul’da da olmasın?
Guggenheim Müzeleri dünyanın altı noktasında sanata hizmet ediyor. Müzeler; New York, Venedik, Berlin, Bilbao, Abu Dhabi ve son olarak da de Helsinki’de açıldı. Bu müzeler açıldığı her kenti değiştiriyor. Hem sanat hem ekonomi hem de turizm açısından ihya ediyor. Guggenheim Bilbao için Bilbao adeta yeniden planlandı, sanayi limanı yeniden düzenlendi ve metro genişletildi. Uzun süren ve oldukça masraflı olan bu çalışmalar İspanyol şehrine ekonomik, sosyal ve kültürel dinamizm getirdi.
Guggenheim Bilbao açıldığı yıl 1.350.000 ziyaretçiyi ağırladı, bugün ise bölge ekonomisine yaptığı katkı yıllık 230 milyon Euro olarak
ölçülüyor. Şehirde düzenlenen uluslararası kongre sayısı müzenin kuruluşundan sonra 10 kat arttı. Sanat çevrelerinde şimdiden, Guggenheim zincirinin sonraki kentleri konuşuluyor. Ve o kentler arasında İstanbul’un da adı geçiyor. Uygarlığın, dolayısıyla kültür ve sanatın en önemli
merkezlerinden biri, İstanbul. Modern sanat denince dünyada akla gelen kentler arasına girmeyi de başardı. Yani… Bir sonraki Guggenheim Müzesi İstanbul’da açılabilir. Neden olmasın!