Erich von Daniken : Arkeoloji Dünyasını Karıştıran Adam

Erich von Daniken’in arkeoloji ile ilgisi, üniversite yıllarında bazı antik kutsal metinleri incelemekten ibaretti. Ama arkeoloji üzerinden dünyanın en ünlü ismi olmayı başardı. Kitap üstüne kitap yazdı. Onlarca dile çevrilen o kitaplarla heyecan dalgası yarattı. Buluntuları kah uzaylıların dünyaya gönderdiği ‘arabalar’ diye yorumladı… Kah piramitlerden uzaylı atalarımıza giden yolu keşfetti! Pek çok filme ya da ‘gizem’ programlarına ilham kaynağı oldu.

Elbette bütün bu ‘eğlence’, arkeolojiyi turistik malzeme değil bir ‘bilim dalı’ olarak görenler için değildi.

Bilim insanları, Daniken gibi isimlere aşinaydı

Gerçi hemen hiçbiri onun kadar uzak mesafelere uçmamıştı! Yine de birkaç yılda bir, kimisi çıkıp  örneğin “Nuh’un Gemisi’ni bulduk” diye ortalığı ayağa kaldırırdı. Kayıp ülke Atlantis’in yerini keşfedenlerin sayısı da az değildi doğrusu!

Arkeolojinin ‘sandık odası’ böyle nice sahtekarlıklar, skandallar, kirli çamaşırlar saklıyordu. Üstelik, onların sonuncusu daha birkaç yıl önce dünyanın gözleri önüne serildi. Hem de kameranın tanıklığında, yani inkar edilemeyecek kanıtlarla.

Olayın odak noktasında, ‘amatör’ bir arkeolog olan Japon Shinichi Fujimura vardı. Amatördü belki ama değme uzmanlara taş çıkartan başarılara imza atıyordu. Bulduğu arkeolojik parçalar baş döndürücüydü. Dahası, 1990’lı yıllarda ‘Japonya topraklarındaki ilk insan izleri’ konusunda önemli bir mesafe katetmişti. Bu çalışmalarla kendisi de bir ‘ilk’ gerçekleştirdi. Amatör olmasına rağmen, Tohoku Paleolitik Enstitüsü’nün başına getirildi. Japon basınının deyişiyle Fujimura’nın ‘sihirli elleri’ mucizeler yaratıyordu. Öylesine bir sezgisi vardı ki, buluntuları sanki elleriyle gömmüş gibi ortaya çıkarıveriyordu.

 

‘Elleriyle gömmüş gibi’ mi?

Bir süre sonra bu soru bilim dünyasının da Japon medyasının da ciddiye aldığı bir şüpheye dönüştü. 2000 yılında bir haber ekibinin çabası da Fujimura’nın foyasını ortaya çıkardı. Haberciler, peşine düştüğü Fujimura’yı, önceden yontularak hazırlanmış taşları gizlice gömerken çekti.

Birkaç gün sonra Fujimura, 570 bin yıllık bir buluntunun müjdesiyle bir kez daha medyanın karşısına çıttı. O da ekibi de çok mutlu, gururluydu. Ancak bu, uzun sürmedi. Basın toplantısının hemen ertesinde, 5 Kasım 2000 günü Japonya’nın en büyük gazetelerinden Mainichi Shimbun sahtekarlığın fotoğraflarını yayınladı.Fotoğraflar, Fujimura’nın buluntuları gömdüğünü hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açık biçimde kanıtlıyordu.

Zaten o da inkara kalkışmadı. Sahtekarlığı kabul edip özür diledi. ‘Engel olamadığı bir tutku yüzünden’ bunları yaptığını söyledi. Fujimura’nın kariyeri sona ermişti. Ancak iş bununla kalmıyordu. Daha önceki 168 kazısının da aynı şekilde ‘sahte’olduğu ortaya çıkınca, Japon arkeoloji camiası, ‘Eyvah’ dedi. Çünkü, bu yaklaşık 15 yıl boyunca keşfedildiği sanılan Japon paleolitik dönemiyle ilgili tüm bulguların da çöpe atılması anlamına geliyordu.

Amatör arkeolog Fujimura’nın sahtekarlığı.. Bir başka amatör arkeolog Daniken’in fantezileri…

Arkeolojinin sandık odasından sadece iki örnek. Ama, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir başka örnek var ki, onu kimileri ‘dünyanın tarihini keşfeden dahi’ diye nitelendiriyor; kimileri de para düşkünü bir ‘tarih soyguncusu’. Heinrich Schlieman’ın Türkiye için bambaşka bir anlamı var: O, bu topraklardan en fazla tarihi eseri yurt dışına kaçıran kişi.

1822 doğumlu Heinrich Schliemann, papaz babasının da etkisiyle daha çocuk yaşta geçmişe ve özellikle Homeros’un dizeleriyle Truva’ya kilitlenmişti. Gençliği, eğitimi hep bu hayalle geçti. Ama hayalini gerçekleştirebilmek için önce para sağlaması gerekiyordu. Ticarete atılıp, büyük bir servet sahibi oldu. Yanı sıra, eski ve yeni Yunanca çalıştı. Evliliğini bile hayaline eşlik edecek bir kadınla yaptı.

Daha sonra bütün çalışmalarına katılacak olan Atinalı Sophia Engastromenos ile evlendi. Derken beklediği günün geldiğine hükmetti. Ticarethanesini kapatıp Çanakkale yakınlarına geldi; Osmanlı hükü metinden izin alıp kazılara başladı. 1873 mayısının sıcak bir gününde Hisarlık tepesindeki kazı, her kazı ekibinin düşlediği ana ulaştı. Bir kazma ‘aşağıda bir şeyler var’ müjdesini verdi. Gerçekten de ilerleyen günlerde aşağıda bir şeylerin hatta çok şeyin olduğu anlaşıldı.

 

Schliemann, bulduklarının Truva’nın efsane kralı Priamos’un hazinesi olduğunu düşündü.

Yanılıyordu, çünkü hazine, Priamos’tan bin yıl kadar öncesine işaretleniyordu. Ama haklıydı, çünkü Truva’nın kalıntıları o tepenin altındaydı.

Batı dünyasının tarihini, sanatını, kültürünü besleyen Homeros ‘un anlattıkları gözlerinin önündeydi. Daha ilk günden gümüş vazolar, kadehler, tabaklar, altın ve bakır kupalar, altın kolyeler, küpeler, taçlar, kılıçlar, kalkanlar ve değerli madenlerden yapılmış 9 bin küçük parça, barakalarındaki masanın üstünü süslüyordu.

Buluntular o kadarla kalmadı. Sonraki kazılarda beş mezar odası ortaya çıkartıldı. 3 bin 500 yıl önce ölülerle gömülen; altın maskeler, kadehler ve olağanüstü güzellikte mücevherler bulundu. Buluntular tarihi aydınlatmak açısından öylesine değerliydi ki, paha biçilemezdi. Eşsizdi. Ve Schliemann’a göre ‘sadece onun’du. O kadar ki, en değerli parçalardan altın bir başlık ve kolyeyi eşi Sophia’ya hediye etmişti. Elbette bununla kalmamıştı. Kazıda bulduğu hemen hemen her şeyi anlaşmasının aksine yetkililere haber bile vermeden yurt dışına çıkardı.

Reklamsız gezinti için

Bunu nasıl yapabildiği, denetimleri nasıl aşabildiği tümüyle ayrı bir tartışma konusu. Ancak açık olan şu; Schliemann Türkiye topraklarını talan edenlerin başında geliyordu. Hem de öylesine bir talandı ki bu, onun ölümünden çok sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde bile akılları kurcalamıştı. Binlerce parçadan oluşan hazine, 1945 yılına kadar Berlin’de bir hayvanat bahçesinde gizlenmiş ve savaş sonrasında bir kısmı Ruslar tarafından Moskova’ya götürülmüştü. Schliemann’ın bulduğu hazine üzerinde; hem ‘bizden götürüldü’ diye Almanlar, hem ‘savaş tazminatımız’ diye Ruslar, hem de ‘o hazine Yunan uygarlığının mirası’ diye Yunanlılar hak iddia ediyor.

Türkiye de, hiç kuşkusuz, son yıllarda başarılı sonuçlar aldığı örneklerdeki gibi, o hazine için mücadele veriyor. Sonuç ne olur, kimbilir! Bilinen şu: Schliemann’ın kazısı arkeolojinin sandık odasında bambaşka bir yer tutuyor. Tarihe katkılarıyla beyaz, talanıyla siyah sayfaların yazıldığı bir yer.

Tartışmaya Katıl

Reklamsız gezinti için

İlanları Karşılaştır

Karşılaştır