Çatalhöyük : Çağının ötesinde bir “Dünya Mirası”
Konya sınırları içinde yer alan ve neolitik çağ’ın en önemli yerleşim yerlerinden biri olan çatalhöyük, 9 bin yıl önceki anadolu’dan günümüze ışık tutuyor.
Yer: Bugünkü Orta Anadolu, Konya ilinin güneydoğusu. Zaman: Bundan 9 bin yıl önce. Etrafı; içinde kaplan ve aslan gibi vahşi hayvan türlerinin yaşadığı sık ormanlarla kaplı bir yerleşim. Bu vahşi hayvanlardan korunmak için evler toprağın altında inşa ediliyor, yani giriş kapısı tavanda. Evlilik kurumu gelişmiş, mülkiyet kavramı var. Ailenin en güçlü üyesi kadın. Tıp epey ilerlemiş. Kazılarda ameliyat bıçaklarına rastlanıyor. Halk, tarımla uğraşıyor. İçlerinde sanatçılar da var. Çağının çok ötesinde bir medeniyet. Burası, bugüne kadar bulunmuş en eski ikinci Neolitik Çağ yerleşim merkezi olan Çatalhöyük. İlki neresi derseniz, Ürdün Nehri yakınlarındaki Eriha’dır.
Bütün bu bilgilere, 29 Temmuz’da hayatını kaybeden İngiliz arkeolog James Mellaart sayesinde ulaşmıştık. Mellaart, arkeolog arkadaşları David French ve Allan Hall ile buradaki ilk kazıları 1961-1963 yıllarında gerçekleştirmişti. 1993’te yeniden başlayan kazılar, günümüzde Mellaart’ın Cambridge Üniversitesi’nden öğrencisi olan Ian Hodder tarafından yönetiliyor ve İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve ABD’li araştırmacılardan oluşan karma bir ekip tarafından yürütülüyor. Çatalhöyük yıllardır kazılıyor ve bölgeden halen yeni buluntular çıkmaya devam ediyor. Yani, gerçekten çok zengin bir medeniyetten söz ediyoruz.
Çatalhöyük, Doğu ve Batı yönlerinde yan yana iki höyükten oluşuyor
Doğu Çatalhöyük Neolitik Çağ’da, Batı Çatalhöyük ise Kalkolitik Çağ’da iskan görmüş. Bulunduğu yer tam olarak Konya Ovası’na tekabül ediyor. Çatalhöyük’ün diğer Neolitik yerleşimlerden temel farkı, bir köy yerleşmesini aşıp kentleşme evresini yaşamış olması. Burada 8 bin kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. 2012’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne de giren Çatalhöyük’ün bulunuş hikayesi de ilginçtir: 1958 yılında bir gün bir çoban koyunlarını otlatmak için Konya Ovası’na gider. Koyunlarını otlatırken birden üzerinde oturduğu toprak parçası çöker. Yerin metrelerce altına düşen çoban kurtarılır. Ancak kimse bu çöküntünün sebebini anlamaz. Halk durumu görevlilere haber verir. Haber, bir kaç yıl sonra Londra’ya ulaşır ve Mellaart burayı kazmak için ekibiyle birlikte yola düşer.
Daha yakından bakalım:
Çatalhöyük’te konutlar iç içe
Savaş ve yıkım izlerine hiç rastlanmıyor. Bu da bu sıkışık yapılanmanın savunma endişesine dayanmadığını gösteriyor. Arkeologlara göre bu yapılanmanın nedeni birçok kuşağı kapsayan aile bağlarının kuvvetli olması. Konutlar temiz ve bakımlı tutulmuş. Damlar gündelik hayatta çok önemli. Sokak olarak kullanıldığı gibi birçok günlük etkinliğin de özellikle havanın iyi olduğu günlerde damlarda sürdürüldüğü düşünülüyor. Damlara ocaklar kurulup ekmek pişirildiği ve bu ekmeklerin birlikte yendiği sanılıyor. Çatalhöyük’te evler hayatın ta kendisi demek, her şey ev içlerinde oluyor. Ölüler bile evin içine gömülüyor. Hatta ibadet de evde yapılıyor. Bu anlamda her ev bir tapınak. Doğu Höyük, Anadolu’da kutsal yapılara rastlanan en eski yerleşim yeri olarak biliniyor. Evlerdeki kutsal mekan olarak tanımlanan odalar diğerlerinden daha geniş. Buradaki duvar resimleri, kabartmalar ve heykeller, diğer konut odalarına oranla daha yoğun ve daha farklı.
Çatalhöyük’te tarım ve hayvancılık gelişmiş. Yaşadıkları alan bereketli bir toprak. Buğday, arpa ve bezelye gibi bitkilerin tarımını yapmaya başladıkları, yoğun biçimde avcılığa devam ederken sığırı evcilleştirdikleri belirlenmiş. Ilıcapınar’dan tuz üretildiği, kasaba kullanımını aşan üretim fazlasının civar yerleşimlere satıldığı düşünülüyor. Kazılarda ayrıca, Akdeniz kıyılarından geldiği tahmin edilen ve takı olarak kullanılan deniz kabuklarına rastlanmış. Ele geçen kumaş parçaları ise dokumacılığın en eski örnekleri olarak tanımlanıyor. Çanak çömlekçilik, ahşap işçiliği, sepetçilik, kemik alet üretimi gibi zanaatların da gelişkin durumda olduğu görülüyor.
Tarihin ilk ‘sanatçıları’ Anadolu’da yaşıyordu
Çatalhöyük’te ilginç olan bir başka şey ise, halkın sanata düşkünlüğü. Konutların iç duvarları panolarla örtülü. Bazıları bezeksiz, kırmızının çeşitli tonlarında boyalı. Bazılarında geometrik bezekler, kilim desenleri, iç içe geçmiş daireler, yıldızlar ve çiçek motifleri bulunuyor. Bir kısmında el ve ayak izleri, tanrıçalar, insan, kuş ve diğer hayvanlar, av sahneleri ile doğal çevreyi yansıtan çok çeşitli tasvirlerle bezenmiş. Kullanılan diğer bir bezeme türü kabartma betimlemeler. İç düzenlemelerde platformlara oturtulmuş boğa başları ve boynuzları görülüyor.
Birçok evin duvarında gerçek boğa başlarının kille sıvanmasıyla yapılan kabartmalar mevcut. Konut duvarlarında yer alan tasvirler av ve dans sahneleri, insan ve hayvan resimleridir. Hayvan resimleri akbaba, leopar, çeşitli kuşlar, geyik ve aslan gibi hayvanlar. Ayrıca 8 bin 800 yıl öncesine ait, kilim motifleri denilebilecek motifler de görülüyor. Bu motifler, günümüz Anadolu kilim motiflerine çok yakın. Bazı mekanlarda bunlar bir dizi halinde ve Mellaart bu yapıların kutsal mekan ya da tapınak olduğunu ileri sürüyor.
Yazımızın başında Çatalhöyük’ün ikinci en eski Neolitik Çağ yerleşim merkezi olduğunu söylemiştik. Ama anlattıklarımız gösteriyor ki, burası Eriha’dan daha gelişmiş bir medeniyet. Bunu arkeologlar da doğruluyor. Yani Çatalhöyük için, en gelişmiş Neolitik Çağ yerleşim merkezi olduğunu söylemek mümkün.
Ana Tanrıça mı, oyuncak mı?
Çatalhöyük’te Ana Tanrıça figürü çok önemli. Ama hemen baştan söyleyelim, pek çok bilim insanı, tanrıça tapımının tarih öncesi dönemlerde de var olup olmadığı konusunda kuşku duyuyor. Bu figürlerin oyuncak, büyü aracı ya da ölenin eşini simgeleyen mezar hediyeleri olabileceği düşünüyor. Ancak yine pek çok bilim insanı da Çatalhöyük kazılarında çok fazla bulunan bu heykellerin Ana Tanrıça figürü olduğunu düşünüyor. Yanıbaşında iki leoparla bir koltukta oturan ‘Doğuran Çatalhöyük Tanrıçası’ en ünlüsü. Bu heykeller, burada anaerkil bir sistem
olduğunun da göstergesi. Bir Çatalhöyük evinin duvarı ise memelerle kaplı.
Ancak bu memelerin uçları kuş gagası biçiminde. Kuş gagasının ve memenin bu birleşimi tanrıçanın hem canaldığını, hem de can verdiğini gösteriyor. ‘Doğuran Çatalhöyük Tanrıçası’ çok sonraki dönemlerde aslanlarda birlikte gösterildi. Boğa Çatalhöyük’te sık kullanılan bir simgeydi. Boğa bedensel ve cinsel gücüyle erkekliği; yuvarlak hatları, topraktan aldığı rengi ve hilal biçimindeki boynuzlarıyla dişiliği
simgeliyor. Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas, boğa başının rahmi simgelediğini ileri sürer. Gerçekten boğa başı rahim biçimindedir. Boğa boynuzları rahme giden kanalları gösteriyor olabilir.